15 Ocak 2018 Pazartesi


Çevirmen notu: https://www.rand.org/pubs/perspectives/PE265.html adresindeki İngilizce metnin çevrilmiş halidir. İlk çeviri deneyimim olduğundan ufak yazım hatalarıyla karşılaşabilirsiniz, çeviriyi birebir yapmaya çalıştığımdan bazı cümlelerin anlaşılmasında zorluk yaşayabilirsiniz. Metindeki referans numaralarına ait kaynakçaya orjinal metni içeren linkten ulaşılabilir.


Birleşik Devletler’in Orta Doğu Çıkarları ve Askeri Sonuçlar



         Birleşik Devletler'in (ABD) bir çok yönetimi Orta Doğu’ya yönelik Amerikan müdahalelerini sınırlamaya çalışmıştır.  Önceki müdahalelerin yüksek masrafları, ağır bir gölge gibi, politika yapıcıların bölgedeki çatışmalara dahil olmanın getirdiği riskleri nasıl gördüklerini etkilemektedir. “Bu başka birinin savaşı değil mi?” sorusu söz konusu ihtiyatlılığı açıklayan ortak ve günlük bir dil haline gelmiştir.

         Aynı tartışma ABD Ordusu içerisinde, beklenen senaryolar dahilinde güç yapısını planlayan Birleşik Devletler Avrupa Komutanlığı (Orj.: U.S. European Command; Orj. Kısaltma EUCOM) ve Birleşik Devletler Pasifik Komutanlığı (Orj.: U.S. Pacific Command; Orj. Kısaltma: PACOM) tarafından da yansıtılmaya başlanmıştır. Özellikle, stratejistler ve analistler ordunun odağının Kuzey Kore’nin çöküşüyle oluşacak  ihtiyaçların karşılanması ve Rusya saldırganlığını caydırmaya ya da mağlup etmeye yönelik hazırlıkların, olması gerektiğini tartışmaktadırlar. Bu tartışma söz konusu ihtimallerin ortaya çıkaracağı büyük meydan okumalara karşı verilen mantıklı bir cevaptır; fakat sivil politika yapıcıları arasında da öncelik sırasının bu şekilde olması bir miktar Irak Savaşının (Orj. Kısaltma: OIF1 ve OEF) getirmiş olduğu yorgunluktandır. Irak Savaşı ordunun askeri eğitim/hazırlık süreçlerini fazlasıyla zorlamış ve bugünkü süreçte ihtiyaç duyulan temel yetkinliklerden -birleşik operasyon yürütülmesi ve kara kuvvetleri caydırıcılığı gibi- uzaklaşılmasına sebep olmuştur.

         Eğer ki ABD Merkez Komutanlığı (Centcom)  sorumluluk alanını (AOR) daraltabilseydi bu “cevap” planlamayı kolaylaştırabilirdi, ama kolaylaştırmıyor. Dünyada günümüz itibariyle, oldukça büyük askeri konuşlanmaya sahip sadece üç bölge mevcuttur ve üçü de Merkez Komutanlığı sorumluluk alanında bulunmaktadır. Bunlardan ikisi Orta Doğu’da, ordu mensuplarının yerleştiği Irak ve Suriye’de aktif çatışmanın devam ettiği bölgelerdir. Bölgenin şiddetli aşırılıkları, zarar verici İran etkisi ve çürüyen rejimleri ABD’nin girişimini gerekli kılmaktadır.  ABD ordusunun da dahil olacağı söz konusu girişim, Irak savaşı kadar büyük istikrar sağlama operasyonlarını andırmasa da gelecek yıllarda da beklenmelidir. Amerikan askeri harekatlarının  IŞİD’i ortadan kaldırmak haricinde Orta Doğu’daki temel problemleri çözebilmesi için çok ufak bir umut mevcuttur, fakat burada yeterli tehdit unsurlarının ve diğer 2 güvenlik endişesinin varlığı ordunun gelecekte her halükarda çağrılması için yeterli gözükmektedir. IŞİD ve El Kaide’nin güvenli bölgelerinde kalarak ortaya çıkardıkları geniş istikrarsızlık alanları,  ya da partnerlerin (İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi) askeri operasyonlara karışarak kendi güvenliklerini tehlikeye düşürmeleri ABD Başkanını askeri müdahaleler haricindeki ihtimalleri düşünmeye zorlayabilir. Bununla birlikte ordunun gerekli durumlarla baş edebilmesi için personel sayısını arttırmaya, eğitime, teçhizata ve güçlü bir duruşa ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca söz konusu ihtiyaçlar gelecekte ABD kara kuvvetinin bölgedeki potansiyel rolleri bağlamında, ordu liderlerinin gerekli kararları alabilmeleri açısından hayatidir.

Orta Doğu’da Birleşik Devletler Çıkarlarını Tanımak ve Korumak


           Orta Doğu’da ABD çıkarlarının klasik tanımı doğal kaynakların serbest dolaşımını garantiye almak; anahtar müttefiklerle ilişkileri sürdürmek ve Amerikan Ordusunun operasyonel erişimini garantiye almak amacıyla da müttefikleri dış tehditlerden korumak üzerine odaklanmaktadır. Bölgesel çevre, bahsedilen çıkarlara yönelik tehditlerin doğası ve ABD’nin Orta Doğu’daki en yakın partnerlerinin kimlikleri Soğuk Savaş Dönemindeki “2 Sütun” stratejisinden beri değişmiş olsa da - bölgesel düzenin korunması ve Sovyet etkisine karşı İran ve Suudi Arabistan  “2 Sütun” Stratejisinde köşe taşıydılar- aynı çıkarlar hala daha önemini korumaktadırlar. O dönemden bu döneme bölgesel güçler arasındaki ilişkiler de değişmiş durumdadır. İran ve Irak arasında bulunan ve 1980’de bir çatışmaya dönmüş anlaşmazlık çözülmüş ve iki ülke birbirine yaklaşmıştır. Benzer şekilde farklılaşan tehdit görüşleri dolayısıyla oluşan döngüsel rekabet, altı körfez ülkesinin arasındaki bağları fazlasıyla zayıflatmıştır. Bu ilişkiler ABD’nin bölgesel istikrar ve askeri müdahalelere yönelik çabalarını zora sokmaktadır. Ayrıca söz konusu ilişkiler sıklıkla Washington’ın kontrolünün dışındadır.

         Amerika’nın Orta Doğu petrolüne yönelik bağımlılığının azalmasına rağmen, ABD hala küresel ekonomi için hayati olan enerji akımının güvenliğini sağlamaya çalışmaktadır. İşbirlikçilerine yönelik tehditler açısından iç savaşlar ve şiddetli aşırılıklar, devletler arası savaşları büyük oranda gölgede bırakmıştır. ABD’nin endişelenmesi gereken muhalif olabilecek tek devlet İran ise sıklıkla asimetrik taktikler kullanmaktadır. Söz konusu tehditlerin ortaya koyduğu istikrarsızlık ABD ve ABD’nin Avrupa’daki müttefikleri için domino etkisi yaratmaktadır. Örneğin, Suriye’deki karışık iç savaş ve IŞİD’in yükselmesi yığınlarca mültecinin Avrupa’ya akmasına sebep olmuş; iç ekonomi, politik ve güvenlik sorunlarıyla uğraşan kritik öneme sahip Avrupa’lı müttefiklerin sorunlarını kötüleştirmiştir. Dahası, IŞİD ve IŞİD benzeri  “yalnız kurt” teröristler terörizm tehlikesini ABD ve ABD’nin müttefikleri için arttırmıştır.

         Aynı zamanda,  büyük Orta Doğu’da geleneksel Amerikan çıkarlarının ifadesinde yer almayan yeni tehditler ortaya çıkmıştır. IŞİD’in yükselişi ve Kürt etkisinin genişlemesi Amerika’nın çıkarların derinliğini ve bölgede bir yüzyıl önce çizilmiş sınırlar dahilindeki devlet yapısının korunmasına yönelik bağlılığını sorgulamaya itmiştir. Birleşik Devletler uzun zamandır Arap Körfez ülkelerinin “çek defteri diplomasisi”nden kaygılanıyor olsa da bu devletler ancak şimdi geleneksel güvenlik garantörlerinden bağımsız olarak sahaya asker çıkarmaktadırlar.


IŞİD ve Şiddetli Aşırılık


         Bu yazının yazıldığı zamanda,  ABD tarafından yönetilen bir koalisyon IŞİD’i kendisini halife ilan ettiği topraklarda geri püskürtmekle meşguldü. Koalisyon güçleri arasında Irak ve Suriye'de bulunan Amerikan birlikleri (ve U.S Army Rangers) de bulunmaktadır.  Fiziksel halifelik yıkıldığı ve potansiyel olarak yenildiği takdirde, ABD IŞİD’in gerilla harekatı ve oluşacak otorite boşluğunda ortaya çıkacak diğer aşırı şiddet yanlısı grupların yapacakları için hazırlanmalıdır. Bu savaşta ordunun rolü, küçük askeri grupların konuşlandırılmasıyla, işbirliğindeki askeri grupların özgürleştirme ve istikrar sağlama hususlarında etkili olabilmeleri açısından eğitilmeleri gibi çok yönlü olacaktır.2

         IŞİD geçtiğimiz yıl kontrol ettiği bölgelerdeki kontrolünü büyük oranda yitirdi ve halifelik fiziksel anlamda sona doğru ilerlemekte. Bu operasyona bağlı  Amerikan özel temsilcilerine göre Kasım 2016’nın sonuna doğru Irak’ta IŞİD’in elinde bulunan yaşam alanlarının yarıdan fazlası özgürleştirilmiş ve Suriye’de IŞİD kontrolünde olan alanların ise yaklaşık dörtte biri geri alınmış olacaktır. Operasyonlar Irak ve Suriye’de IŞİD’in merkezini oluşturan en büyük şehirlerde devam etmektedir.3 Musul, ABD ve ortaklarının sağladığı istihbarat, hava gücü ve danışmanlık desteğiyle Irak güçleri tarafından özgürleştirilmiş ve IŞİD’in Suriye’deki merkezine farklı yönlerden ilerleyen Kürt yönetimindeki güçlerle Rakka izole edilmiştir.

         ABD şuanda IŞİD’in halifeliği yıkıldıktan sonra dünyada uygulayacağı karşı terörizm stratejisini belirlemelidir.4 Musul ve Rakka’nın özgürleştirilmesinden sonra da bu bölgede gerçekleştirilmeye devam edecek olan karşı terörizm operasyonlarının gerekliliği iki önemli faktöre dayanmaktadır: Birinci olarak IŞİD tehditi IŞİD kontrolündeki bölgenin sağladığı örgüte katılım, eğitim ve plan yapabilme imkanıyla artmaktadır. Örgüt yeraltına indikten sonra da risk taşımaya devam edecek ve bölgenin istikrarına yönelik çalışmalar açısından zorluklar çıkaracaktır.5 IŞİD’in Irak ve Suriye’de yenildikten sonra  Irak’taki El-Kaide gibi daha az merkeziyetçi bir yönetime doğru evrilmesi muhtemeldir (El-Kaide 2000’lerde batı Irak’taki yüksek nüfuslu merkezlerden geri çekilmiş olsa da hala önemli bir güvenlik sorunu oluşturmaktadır.). İkinci olarak, IŞİD belirgin bir şekilde zayıflatılsa bile, dünyada ortaya çıkmış cihadist gruplardan -barbar olarak tanımlanmakla beraber- en yenisidir, ve neredeyse kesin olarak yeni bir varis ortaya çıkaracaktır. Rakka ve Musul geri alındıktan sonra Irak ve Suriye’de yeni bir politik düzene karar vermek için çatışmaların yaşanması muhtemeldir.  ABD kara kuvveti yüksek ihtimalle Washington’ın uygun gördüğü tarafları desteklemek ve korumak ya da bu gruplara karşı gelenleri yadsıyacak şekilde davranacaktır. Libya, Yemen ve diğer ülkelerdeki  şiddetli istikrarsızlık da ABD müdahalesini tetikleyebilir. Şiddetli aşırılık IŞİD’den daha köklüdür ve  yönetim boşluklarını hızlıca doldurabilir. Dolayısıyla ordu kumandanları gelecekte ne olabileceğine yönelik olarak plan yapmalılar.6

İran


         Körfezdeki kaynak dolaşımına yönelik en öncelikli potansiyel tehdit İran İslam Cumhuriyetidir. İran tehditi asimetrik bir doğaya sahiptir. Tahran’ın yapabilecekleri hızlı tekneleriyle Amerikan’ın büyük gemilerini taciz etmek ve Hürmüz Boğazı’nın kapatılması karşısında muhtemelen devam edemeyecek –fakat  taşınmasında sıkıntı çıkaracak - olan madencilik faliyetlerinden oluşmaktadır. Son zamanlarda Bab’ül Mendep civarında ABD muhribini de kapsayan provokasyonlar İran’ın ve İran destekli grupların deniz seferleri için oluşturduğu riski ortaya koymuştur.

         Son yıllarda, özellikle Birleşik Kapsayıcı Eylem Planı (Joint Comprehensive Plan of Action-JCPOA) müzakereleriyle Washington’ın İran’ın nükleer silahlara sahip olacağı korkusu azaldıktan sonra yüksek diplomatik ilişkiler gerektiren deniz vakaları azalmıştır. İki ülke arasında JCPOA’dan beri ortaya çıkan bu sınırlı yatışmaya karşın, birçok Amerikan politika yapıcısı bu uzlaşmacı tavra karşı çıkmakta ve karşılaşılan vakaların sorumluluğunu İran’ın saldırgan tatbikatları, Amerikan gemilerine yönelik tacizleri ve İran sularındaki Amerikan donanması görevlilerine yönelik gözaltıları sebebiyle İran’a yüklemek istemektedirler. Amerikan yetkililerinin İran’a daha caydırıcı karşılıklar vermek istemeleri kara kuvvetlerinin de olaya dahil olacağı şekilde gerilimi arttırabilir.

         Suriye direkt olmasa da ABD ve İran arasındaki sürtüşmenin gerçekleştiği yer olarak da değerlendirilebilir. İran’ın duruşu, asimetrik taktikleri ve taşeron olarak kullandığı örgütler; IŞİD’e, öteki aşırı gruplara ve Suriye rejimine karşı savaşanların olduğu, zaten yeterince karışık olan bir çatışmayı iyice kötüleştirmiştir. ABD kuvvetleri IŞİD’e karşı savaşma rolüne devam ettiği sürece İran’ın müdahaleleri Tahran ve Washington’ın taşeron gruplar üzerinden çarpışmasına sebep olabilir.

         Tahran ayrıca Orta Doğu’da bulunan ABD askeri personelini ve tesislerini tehdit edebilir. Şuanda CENTCOM AOR’a dahil olan, aralarında Kuveyt Arifjan kampındaki operasyon komuta merkezinin ve Irak'taki ileri kuvvetlerinde bulunduğu  bölgesel tesislerde 15.000’den fazla askeri personel bulunmaktadır. 18.000’den fazla ordu rezervi ve sivil personel ise söz konusu askeri personeli desteklemektedir. İran’ın özellikle Irak’taki asimetrik aktiviteleri, ABD personeli için risk oluşturmaktadır. Tahran Shabab-2 orta menzilli balistik füzesini geliştirerek ve S-300 (SA-20) uzak menzilli yerden havaya füzelerini alarak alışageldiği üzere orta ve uzak menzilli balistik füze kapasitesini arttırmaya çalışmaktadır. Körfez bölgesinde Arfijan kampını da kapsayan birçok ABD askeri tesisi bu füzelerin menzili içerisindedir.

         İran ayrıca Sünni Arap komşularına karşı ideolojik olarak tehdit oluşturmaktadır. İran rejiminin doğurduğu üç tehdit unsuru vardır. Öncelikle bir cumhuriyet olarak İran kraliyetin son kalesi olan Körfez Arap ülkelerine bir tehdit oluşturmaktadır. İkinci olarak bir devrim devleti olan İran, on yıllardır statükocu bir şekilde sadece tepkisel davranan komşularının görünüşünü tehdit etmektedir. Son olarak İran Körfezin öteki tarafında dışlanmış olan Şiiliği (mezhep) üstün tutmaktadır. (Şiilik Bahreyn’de çoğunlukta, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Yemen’de ise önemli bir azınlık olarak bulunmaktadır.) Mezhepçilik Körfezin iki tarafında da yoğunlaşmakta ve bölgesel çatışmayı arttırmaktadır.7

         Gerçekten de İran’ı temelde komşuları için tehlikeli kılan özellik İslam Cumhuriyetinin bu ideolojik mücadeleyi (cumhuriyet ve kraliyet) Körfez ülkelerinin içten içe korktuğu ve her iç karışıklıkta suçlayıcı bir tavır takındığı asimetrik bir araçla (mezhepçilik) birleştirmesindedir. İran’ın ortaya koyduğu bu tehdit komşuları tarafından derinlemesine içselleştirilmişitr. İran’ın komşuları Irak’taki Sünni rejimin düşmesinden itibaren sınırlarındaki Şii gelişmelerini takip için isteklidirler.
                                                                                                                           

Birleşik Devletler Hakimiyetinde Değil, Birleşik Devletler Önderliğinde Bir Bölgesel Güvenlik Düzeni

         ABD Orta Doğu’daki en önemli dış güç olmaya devam etmektedir, fakat günümüzde aralarında uzun zamanlı partnerlerin de olduğu bölgesel aktörlerin kendi ulusal ve ekonomik çıkarlarını çoğunlukla Birleşik Devletler çıkarlarından sapacak şekilde tanımlıyor oluşuyla yüzleşmektedir. Bu yeni bir olgu olmaktan ziyade bölgedeki ABD çıkarlarını ve politik hedeflerini sıkıntıya sokan sorunlu döngüsel bir kalıptır. Orta Doğu’da farklılaşan ilişkiler bölge güvenliğinde neredeyse dominant bir ABD pozisyonundan - Doğu Süveyş’ten 1971’de çekilen Britanya’yla başlayıp Sovyetler’in Orta Doğudaki varlığının kaybolmasıyla büyüyerek ABD’nin dış güvenlikten sorumlu tekel olmasına sebep olan sürecin sonucu - kayma göstermektedir.
        
         ABD Orta Doğu’da güvenlik garantörü olarak kalmakla birlikte bugün birçok partneri daha yetkin ve iddialı bir hale gelmiştir. Kendi çıkarlarına, en iyi nasıl ulaşacaklarına karar vermekte ve diğer aktörlerle birlikte hareket etmektedirler. Bir zamanların küçük güçleri olan Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri kayda değer ve giderek bağımsızlaşan askeri oyuncular olmuşlardır.8 Bölgesel istikrarı daha da karıştırıcı bir şekilde söz konusu aktörlerin öncelikleri o kadar çelişmektedir ki, devletlerle; Levant, İsrail ve Körfez bağımsız gruplarını benzer şekilde tehdit eden IŞİD gibi tehditler bile ortak bir tepki verilmesi için yeterli olmamıştır. Söz konusu ülkelerin birçoğu Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekâtı’na (IŞİD’e karşı gerçekleştirilen koalisyon müdahalesi) katılmış olsa da katkıları düşmüş ve bazıları dar görüşlü gündemleriyle koalisyonu zedelemişlerdir. Bu devletlerin kendi güvenlikleri için ABD’ye olan bağımlılıkları devam etmesine rağmen, Washington’ın söz konusu bölgesel aktörler üzerindeki etkisinin 1990-1991 Körfez Savaşı ve günümüzle kıyaslanmasıyla ortaya çıkan fark çok vurucudur.

         Halihazırda kırılgan bir devlet olan Yemen’de süregelen Suudi -ve Emirlik- tarafından yönetilen müdahale bölgesel insiyatiflerin ABD için nasıl zorluklar çıkardığına temel bir örnek teşkil etmektedir. ABD Suudi ve Emirlik çabalarını istihbarat, gözetim ve keşif; yakıt; ve daha güncel olarak karşı terörizme karşı birleşik baskınlarla sessizce desteklemiş olmakla birlikte Yemen harekatı ABD çıkarlarını zora sokacak şekilde bölgesel istikrarı bozmakta, var olan insancıl krizleri kötüleştirmekte ve El-Kaide’nin dayanaklarını güçlendirmektedir. Bab’ül Mendep civarındaki provokasyonlar ABD’nin temel çıkarını zorlayacak şekilde, deniz iletişim hatlarını açık tutmak için çabalamaya zorlamaktadır. Bölgesel oyuncular aktivizm için eğilim gösterdikçe, bölgesel istikrarsızlık istenmeyen bir yan ürün olarak ortaya çıkmakta ve ABD, partnerlerinin yaptıklarıyla, kendi politik hedeflerinin uyuştuğundan emin olmakta zorlanmaktadır.9
                Aynı eğilim ABD’yle ilişkileri evrimleşen İsrail ve Türkiye için de geçerlidir. Arap Körfez Devletlerinin Yemen Harekatı gibi, Kudüs ya da Ankara’nın ABD’nin tavsiyesi dışında hareket ederek İran ve YPG gibi öncelikli düşmanlarına saldırmalarını düşünmek hiç10 İsrail’in İran’ı vuracağı varsayımının ya da Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki Kürt militanlara karşı sınır ötesi operasyonlarının alanını arttırmasının oluşturacağı istikrarsızlık riskinin haricinde ABD’nin müttefiklerine destek vermek zorunda kalması, ya da müttefiklere yöneltilecek suçlamalar dolayısıyla ABD’nin potansiyel misilleme hakkı da söz konusudur. Diğer taraftan ordunun Irak’taki ya da Suriye’deki Kürt güçlerine –IŞİD’e karşı en güvenilir müttefiklerine- Türkiye’den yapılacak bir saldırıdan –Amerikan güçlerini Orta Doğu’da şimdiye kadar karşılaştığı diğer ordulardan çok daha kapasiteli bir orduyla karşı karşıya getirerek- koruması için çağrılmasının düşük bir ihtimal de olsa mevcuttur. Benzer şekilde Rus askeri müdahalelerinin bölgede genişlemeye devam etmesi durumunda, özellikle Suriye’deki gerginliğe ve hesap hatası risklerine bağlı olarak, ABD çıkarlarını ve amaçlarını acil bir şekilde netleştirmeli ve bunları Moskova'ya açıklamalıdır.11 Rus güçlerinin ABD partnerlerine yönelik özellikle Suriye’de gerçekleştirdikleri alçak ve caydırıcı eylemler, tipik bir Amerikan tümeninden daha fazla kapasiteye ve karşılaşmayı önleyecek ikna kabiliyetine sahip ordu güçlerinin bölgede bulunmasından dolayı olabilir.




Müttefik Yönetimi
        
         Orta Doğu’daki politik düzen Barack Obama başkanlık koltuğuna oturduğu zamankinden çok farklı gözükmektedir. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn ve Yemen’deki - üçü iç savaşa dönmüş- popüler ayaklanmalar bölgeyi değiştirmiştir. Bunlar nadir bulunan fırsatları da beraberinde getirmiştir. İçlerinden politik değişim sürecini karşılıklı anlaşmayla yönlendiren Tunus ile daha güçlü ilişkiler kurabilmek için harcanan efor bunlardan biridir. Fakat daha sık olarak bu karmaşa ABD ve partnerleri arasındaki ilişkiyi germiştir. Bu daha çok Orta Doğu’daki müttefiklerin ABD’nin güvenlik sağladığına yönelik azalan inançları ve ABD’nin her tepki ya da tepkisizliğinden anlam çıkarma eğilimlerinden dolayıdır. Arap yöneticilerin gözünde Mısır’da Hüsnü Mübarek’in kurtarılması için girişimde bulunulmaması; Bahreyn’in İnci Meydanı’ndaki göstericileri engellemesinden ötürü cezalandırılması; Libya’nın 2011’deki iç savaşına savaş sonrası bir plan kurgulanmadan dahil olunması; Suriye’de Esad rejimine karşı koyulmadan kimyasal silahlara –kırmızı çizgi olmasına rağmen- izin verilmiş olması; ve en önemlisi İran’la nükleer bir anlaşmanın gerçekleştirilmesi, topluca aynı günahın kanıtını oluşturmaktadır: terketmek.

         Obama yönetiminin ikinci döneminde Ankara, Kudüs, Kahire ve Riyad’la olan ilişkilerin gerilmiş olmasını abartmak oldukça zordur. Türkiye ABD’nin hükümete yönelik darbe girişimine karıştığını iddia etmiş ve ABD’nin Suriye’deki Kürt güçlerini desteklemesinden dolayı ihanete uğramış hissetmiştir; ve şuanda ise sınır ötesi harekatlarını Rusya’yla koordine bir şekilde gerçekleştirmektedir. İsrail İran’la olan nükleer anlaşmaya açıkça karşı çıkmış ve anlaşmayı Kongrede yenmek için emsalsiz bir lobicilik faaliyetini üstlenmiştir. Riyad Yemen’de ABD’nin uyarısına karşın askeri bir müdahaleye kalkışmış ve Washington’un gerginlik yarattığına inandığı bir şekilde süreci takip etmiştir. Mısır bir önceki Amerikan yönetimini Müslüman Kardeşleri kollayarak, 2013’teki düzeltici devrimin haklılığını tanımadığı için suçlamıştır. Söz konusu ilişkiler her zaman zorlu olmakla birlikte - 1973’teki petrol ambargosu ya da Kuzey Keşif Harekatı süresinde Türkiye’nin askeri üslere getirdiği sınırlılıklar hatırlanmalıdır.-, günümüzde Orta Doğu başkentleri ve Washington arasındaki ilişkilerin olağanüstü derecede düşük bir seviyede olup olmamasından ziyade gerçekçi olarak bu ilişkiler zayıftır.

         Söz konusu partnerlerle işbirliğini çok daha sağlam bir zemine oturtabilecek müttefik yönetim stratejisini planlarken, şuandaki yönetim çok ince bir çizgide yürümelidir. Söz konusu müttefikler ABD çıkarlarına karşı hareket edebildiklerinden koşulsuz destek söz konusu değildir. Mesela 2012-2013’de Esad’ı devirmek için sarfedilen ilk çabalarda Türkiye’nin Suriye’deki aşırıcıların büyümesine suç ortağı olduğu bir çokları tarafından tartışılmaktadır. İsrail Filistin’le ilgili sorununda iki devletli çözüm sürecini zehirleyecek tek taraflı eylemlerine –yerleşim yerlerinin genişletilmesi de dahil olmak üzere- devam etmektedir. Kahire’deki yeni rejim Mübarek’ten daha baskıcı olarak görülecek şekilde muhaliflere yönelik yasaklarına devam etmektedir. Suudi Arabistan ise İran etkisine karşı olarak mezhepçilik taraftarlığı yapmaya devam etmektedir. Daha da ötesi Ürdün, Tunus ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ABD’nin anahtar güvenlik işbirlikçisi olan ve ordunun hizmet sunduğu ülkelerle güçlü güvenlik bağları korunmaya devam etmelidir.

         Öte yandan Amerika’nın sağladığı güvenliğe ilişkin azalan inancın tersine çevrilebileceği belli değildir. Bu ülkelerin terkedilmişlik algısı bir miktar Amerikan politikalarını nasıl yorumladıkları tarafından oluşturulsa da öte yandan Amerikan etkisinden bağımsız yeni bir milliyetçiliği de yansıtmaktadır. Başka bir deyişle Suudi Arabistan bağımsız eyleme geçebilmenin tadını mı almıştır? Erdoğan yönetiminde otokratikleşen Türkiye Washington’la yapıcı bir ilişki kurabilir mi? Bu işbirlikçilerin içe yoğunlaşma sürecinin ortasında olmaları dolayısıyla ABD’nin bölgedeki geleneksel dış dengeleyeci unsur olamayışı ABD politikalarının düşüncesizliğinden kaynaklanıyor olabilir.

Birleşik Devletlerin Etki Sınırı

            ABD Orta Doğudaki çıkarlarını korumaya ve ilerletmeye, sadece politika yapıcıları Orta Doğudaki çıkarların temel değerlerine bağlı kalıp, uygun ve tutarlı formüller oluşturdukları sürece muktedirdir. Bu demokrasi katalizörü ve devletler arası ateşkesin sağlanması gibi değişim isteğinin anlaşılmasını gerektirmektedir. Söz konusu değişimler sonuçta istenir olmakla birlikte otoriter figürlerin mirasıyla sarmalanmış ve kronik çatışma içerisinde olan bir bölgeye ABD’nin sunabileceği herhangi bir değişimin sınırlarının ötesinde kalmaktadır.        ABD’nin özgün fırsatlarlarla potansiyel yanlış maceraları ayırt edebilme becerisi  Orta Doğu’daki değişimi yönetebilmesine yönelik sınırlı becerisi için hayatidir. ABD’nin Orta Doğu’da yükselidiği zamanlar olmuştur. Fakat bunun sebeplerinde izlenen stratejiler kadar olayların da etkisi bulunmaktadır. Örneğin, 1990-1991 Körfez Savaşı, Soğuk Savaştan zaferle çıkmakta olan ABD’nin bölgesel gücünü sağlamlaştırdığı bir dönemdir. Irakla olan ihtilafta, geleneksel muhalif olan Suriye bile ABD’nin yanında taraf olmuştur. Bu durumda ABD’ye Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’e sırt dönmüş olmasının getirdiği ortak çıkarlar yardımcı olmuştur. ABD hedeflerinin netliği dolayısıyla kazanç sağlamış –Irak’ın Kuveyt’i işgali devam etmemeli- ve görevlendirilmiş kuvvetin kesin kabiliyeti -hassas silahlarla donatılmış geleneksel bir güç- Amerika’yı güçlendirmiştir.

         2017, sadece tarihsel olarak değil aynı zamanda bölgede bulunan tehditler ve fırsatlar açısından da 1990’dan fazlasıyla uzaktır. Çok kutuplu bölgesel çevrede iç savaşlarla ve seküler şiddetle; devletler arası rekabet ve kontrolsüz bölgelerdeki şiddetli aşırıcılık dolayısıyla batağa saplanmış olmasının aksine, ABD’nin değişimleme, düzenleme ve saldırgan rakipler ile iddialı müttefiklerin eylemlerini etkileme kabiliyeti sınırlıdır. Bu coğrafyada hem çatışma zamanlarında hem de barış zamanlarındaki güvenliğe yönelik ortak operasyonlarda ordunun ve diğer Amerikan askeri güçlerinin bulunması, sade fakat anlamlı bir istikrar yaratabileceği gibi tersine de sebep olabilir.12 Ordu personel, eğitim ve donatım ihtiyacını giderecek ihtimalleri arttırmak ve ileriye dönük planlamasını ise riskleri düşürecek şekilde yapmalıdır.



Ordu ve Sınırlı Askeri Müdahaleler

         IŞİD’in yükselişi - Suriye ve Irak başta olmak üzere sonradan Libya, Afganistan ve başka yerlerde de bağlı gruplarla devam etmiştir- yeni olmasına rağmen tanıdık bir zorluk olarak Amerikan savunma politikasının ve özellikle ordu planlaycılarının karşısına çıkmıştır. ABD’nin 2011’de Irak’tan Afganistan’a doğru temiz bir yol üzerinde geri çekilerek çıkmasını takiben, bir çok kişi ABD’nin kontragerilla savaşı yıllarına kesin bir son vermesi için arayışa girmiştir. Yine de IŞİD bir çok önemli –fakat hayati olmayan- Amerikan güvenlik çıkarını tehdit etmiştir. Örgüt ABD’ye ve anahtar müttefiklerine doğrudan bir terör tehtidi oluşturduğu gibi genel anlamda da partnerlerini de istikrarsızlaştırmak ve devirmek açısından tehdit oluşturmuştur. Bu durum İran’ın etkisini arttırmak için bir fırsat oluşturmuş; bölgedeki petrol ve gaz akışını bozabilecek bir hal yaratmıştır.

         Bir kez daha ABD karar vericileri ve savunma planlayıcıları geçmişte karşılaştıkları soruyla yüzleşmişlerdir: ABD radikal militanların oluşturduğu uzun ömürlü ve çok yönlü tehditle, kabul edilebilir bir maliyetle nasıl savaşabilir? Tarihteki askeri müdahalele kayıtlarına bakıldığında, askeri ihtimallerin ABD’nin en kötü ihtimallerden kaçınması için yararlı olduğu, bazı durumlarda kademeli gelişim sağladığı ve genellikle partnerlerini sürdürülebilir bir barışa yöneltmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakat en sade “zaferler” bile büyük maliyetlerle gelmekte ve başarı güvenirliği düşük olmaktadır. Dahası askeri müdahaleler Orta Doğu’da ortaya çıkmış her çatışmanın çözümü olmadıkları gibi ordunun da bölgedeki asli görevi değillerdir. Bununla birlikte Orta Doğu geçmişinde ordunun sınırlı müdahalelere nasıl dahil olduğunun anlaşılması askeri gücün gelecekte bölgede oluşabilecek ihtimaller karşısında nasıl kullanılacağının anlaşılması için önemlidir.

Askeri Müdahale İhtimalleri

         Tipik olarak IŞİD gibi düzensiz bir tehditle karşılaşıldığında, ABD bir ya da üç hedefe ulaşmak için çabalamaktadır. Öncelikli olarak söz konusu tehdit unsurunu bozmayı, ayrıştırmayı ve mümkünse militanları yenmeyi dener. İkinci olarak kendisini işe büyük anlamda karıştırmayacak ve yine de istenilen sonuçlara ulaştıracak partner hükümetleri desteklemeyi ya da bu hükümetleri inşaa etmeyi tercih eder. Son olarak eğer çatışma ABD’nin maliyetini kabul edebileceği sınırlar içerisinde çözülemiyorsa; o zaman radikalliği ve şiddeti sınırlı tutarak diğer ülkelere yayılmasını engeller. Örnekler Ürdün ve Tunus’un; Suriye ve Libya’da devam eden çatışmalarda güçlendirilmesini içermektedir.

         ABD’nin diplomatik ve büyütme araçları haricinde, söz konusu hedeflere ulaşmak için kullanabileceği askeri enstrümanlar da bulunmaktadır. Bir uçta Vietnam, Irak ve Afganistan’da olduğu gibi geniş çapta bir kontragerilla herakatının başlatılması bulunmaktadır. Ne var ki böyle geniş çaptaki operasyonlar fazlasıyla nadirdir. Çok daha yaygın olanları, sınırlı ya da hafif iz bırakacak şekildeki müdahalelerdir. Söz konusu müdahaleler kara saldırıları, hava saldırıları ve özel operasyon baskınları gibi doğrudan eylem formunda olabileceği gibi partner güvenlik gücüyle istihbarat paylaşımı, eğitmenlerin ve danışmanların gönderilmesi gibi dolaylı eylemler de olabilir.13 Doğal Kararlılık Harekatı (IŞİD Operasyonu) gibi Irak ve Suriye’de devam eden ya da Afganistan ve Filipinler’de gerçekleştirilmiş olan müdahaleler normu oluşturmaktadır. Bu operasyon süreçlerinin hepsinde aynı anda ABD 10.000’den az kişiyi bölgede bulundurmuştur.

         ABD’nin Irak ya da farklı yerlerdeki müdahalelerine yönelik genel bir eleştiri ise basitçe ve en az maliyetli şekilde çıkarların güvence altına alınması yerine, demokrasinin götürülmesi ya da tarihsel hataların düzeltilmesi gibi arayışlara yönelik hırslardır. Başarıyı daha kısıtlı olarak, savaş alanının sonuçlarına bakarak tanımlasak bile dış askeri müdahalelerdeki başarı kaydı mütevazı kalmaktadır. 1946’dan beri ABD ya da öteki güçler tarafından gerçekleştirilmiş olan, büyük ya da küçük dört düzineden fazla müdahalenin kayıtlarına bakıldığında, totalde net bir askeri zafer şansının arttığına dair bir kanıt yoktur. Fakat askeri müdahaleler yenilgileri önleyebilir. Köşeye sıkışmış bir hükümetin beraberliği zorlama şansını arttırarak, uzlaşılmış bir pazarlığa ya da fiili olarak bölüşülerek şiddeti azaltılan kısmen belirsiz bir sonuca ulaşmasını sağlayabilir.14 Böyle kısmi başarılar bile bir maliyete sahiptir: Yabancı güçlerin müdahaleleriyle bitirilen savaşlar, yabancı güçlerin müdahalesi olmadan biten savaşlara kıyasla birkaç sene içerisinde yeniden başlamaya meyillidir. Irak’ta büyük oranda 2009’da gerçekleştirilmiş olan çatışmanın IŞİD’in yükselişiyle devam etmesi bir sapma değil normdur. İstikrar operasyonları çatışma sonrası politik düzeni destekleyebilirler fakat genellikle uzun dönem bağlılık gerektirirler.

         Eğer karadan doğrudan müdahalenin maddi maliyetleri ve belirsiz sonuçları kabul edilebilir değilse, ABD’nin farklı alternatifleri de mevcuttur. Hava saldırıları – sürerlikli istihbarat, gözetim ve keşif; ve nokta atışı yapabilen droneler ile- militanları bozup dağıtarak onların (propaganda yapma kabiliyetlerini azaltamasa bile) saldırıya geçme kabiliyetlerini  azaltabilir. Bununla birlikte söz konusu bozma ve ayrıştırma/dağıtma kabiliyetine bile ancak yoğun harekatlarda ullaşıbileceği gibi, hava saldırıları devamlı olmadığı sürece etkileri de kısa sürmektedir.

         Alternatif olarak ABD ordu vasıtasıyla şiddeti, çatışmadan etkilenen çevre bölgelerdeki güvenliği arttırarak kontrol altına alma yolunu da tercih edebilir. ABD güvenlik bölgeleri desteğinin partner ulusların istikrarını arttırdığına dair bazı kanıtlar mevcuttur.15 Fakat bu etkiler somut gelişmelerin, sürerliğin devam ettiği (aylar ya da yıllar değil) on yıllar içerisinde fark edildiği kademelerden oluşmaktadır. Basitçe söylemek gerekirse devletleri taşan şiddetin anlık etkilerinden koruyan güvenlik bölgeleri desteği kısa süreli ihtiyaçlar için uygun değildir. 

Birleşik Devletler Askeri Müdahelelerinde Dikkat Edilecekler

         ABD ve öteki ulusların geçmişteki askeri müdahalelerine yönelik analizde, anahtar bazı dersler ortaya çıkmaktadır. Öncelikle belkide en önemlisi, deneyimli danışman devlet adamlarının ve stratejistlerin başarının nasıl gözükeceğine dair realist bir bakış açısı vardır.Örneğin bir çok gözlemci, ABD’nin Irak harekatını bir hezimet olarak adlandırmaktadır. Belirli standartlar açısından, gerçekten de öyledir. Bununla birlikte, benzer durumlardaki çıktılarla karşılaştırıldığında ise nitelikli bir başarı olarak düşünülebilir. Tarihsel kayıtlara göre bu şekildeki kısmi başarılar gayet tipiktir. Söz konusu sonuçlara ulaşmak için ödenen bedellerin gerekliliğinin sorgulanması ise farklı bir sorudur.

         İkinci olarak partnerlerin dikkatlice seçilmesi önem arzetmektedir. Partner ulusun en azından görece iyi yönetime sahip olduğu  zaman –Yakın zamanda ilan edilmiş barış anlaşmasına giden süreçteki Kolombiya örneğinde olduğu gibi- sınırlı ABD yardımı fazlasıyla büyük etkilere sahip olabilmektedir.16 Bununla birlikte ABD her zaman müttefiklerini seçme lüksüne sahip değildir; politik gelişmeler, terörizm gibi güvenlik tehditleri ve insancıl kaygılar sıklıkla partnerlerin seçimini zorunlu olarak dikte etmektedir. Ayrıca iyi yönetilen devletler genellikle ABD’nin ulusal güvenliğini etkileyen yerlerde olma eğilimine sahip değillerdir. En zorlayıcı işbirliğine sahip olan Afganistan, Yemen gibi uluslarda müdahaleyle neyin başarabileceğine yönelik beklentiler çok daha sınırlı olmalı ve müdahale kararları söz konusu gerçekçi beklentiler dahilinde alınmalıdır.

         Geniş müdahaleler genellikle daha yüksek başarı şansı içermekle birlike azalan bir verime sahiptirler. Fazla sayıdaki askeri güç tipik olarak en zorlayıcı durumlarda, sıklıkla daha küçük müdahaleler başarısız olduktan sonra kullanılmaktadır. Böyle zorlu durumlarda, geniş müdahaleler partner hükümetin düşmesini engelleyebilir fakat görece nadir olarak düşük olan bölge otoritesinin üstesinden gelmesini sağlayabilir. Ta’if Anlaşması’nı kabul ettirmek amacıyla Suriye’nin Lübnan’a müdahalesi göreceli bir başarıya sahiptir fakat böyle sonuçlar partner hükümetin son derece güçsüz olduğu durumlarda nadirdir. Çoğunlukla çatışma sonrası devletler fazlasıyla kırılgandırlar ve yarıdan fazlası tekrar savaşa dönmektedir. Çatışmanın tekrarlamasını önlemek için somut yardım –askeri ve sivil – gerekmektedir. Ne yazık ki dış müdahaleciler ve özellikle demokratik yönetimler açısından uzun süreli geniş operasyonların yapılması çok zordur. Küçük müdahalelerin yapılması çok daha sürdürülebilir olmaktadır. Örneğin ABD Afganistan’da 16 yıldır (yarı süresinde ise görece az olsa da) askeri güç bulundurmaktadır. Özellikle güvenlik anlamında erişilebilecek kısmi ya da belirsiz çıkarlar açısından ABD’nin gelecekte böyle uzun bağlılıklar göstermesi tartışmaya açık bir sorudur.

Ordu ve Orta Doğu

         Bölgesel istikrarsızlık ve çatışma sıklıkla ABD liderlerinin Orta Doğu’daki askeri müdahalelerin getirdiği yükümlülüklerinden diğer önceliklere ya da ABD’nin daha önemli çıkarlarının olduğu dünyanın farklı bölgelerine çark etme isteklerini boşa çıkarmıştır. Bu durum hala daha devam etmektedir. 2017’de ordu Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya bakmaya devam ettikçe, şuanda devam eden müdahalenin gelecekte de devam edeceğini tahmin etmeli ve ona göre hazırlanmalıdır. Burada az sayıda askerin IŞİD’in halifeliğini bitirmeye yönelik sağlayacağı destek gibi kısa dönemli ihtiyaçlar olacaktır. IŞİD’in kalan kaleleri de ele geçirildikten sonra –ya da daha bile öncesinde-, mevcut deneyim böyle çatışmalara bu çaptaki geniş bir müdahelenin hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını gösterse de ordudan Libya, Yemen ya da Arap dünyasında başka bir yere kuvvet göndermesi istenebilir. Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekâtı ordu liderliğinin devam etmesi öngörülmektedir. Bu durum Irak ve Suriye’de IŞİD’in fiziki kalıntılarının temizlenmesi için ordu rolünün giderek artmasından dolayı kritik derecede önemlidir.

         Kuveyt’te Arifjan kampındaki ordu birimleri İran’ın Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ndeki komşularına baskı yapması açısından caydırıcı ve engelleyici bir role sahip olmaya devam edecektir. Bununla birlikte Kuveyt’teki personel ve Suriye’yle Irak’taki yerleştirilmiş birlikler, ABD’nin Orta Doğu’daki tek insan kaynağı değildir. Bölgedeki Amerikan konsolosluklarında askeri personel ve partner ordularda kapasite arttırmak için çalışan eğitmen ve danışmanlar hizmet sağlamaktadır. Gelişmekte olan partnerlerin kendi sınırlarını koruyabilmeleri on yıllardır ABD için bir öncelik olmuştur. Ordu bu çabalarıyla Mısır ve Suudi Arabistan’daki Birleşik Devletler Ordu Eğitim Görevleri gibi operasyonlarda kritik bir rol üstlenmektedir. Ordunun söz konusu eylemlere devam edeceğini düşünmek doğru gözükmektedir. Bununla birlikte son zamanlarda görüldüğü üzere ABD’nin partnerlerinin askeri kabiliyetlerini arttırma çabaları riskler ve zorluklar içermektedir. Beyaz Saray’ın partnerlerinin kapasitesini arttırmak için karşılaşılan zorlukları karşısında nasıl yöntemler seçiyor olduğu bölgedeki ordu personelinin ihtiyaçlarını da etkilemektedir.

         İsrail Türkiye ya da Suudi Arabistan gibi büyük  partnerlerin kalkışacağı askeri bir harekatın ABD’yi de hareket etmek zorunda bırakacak olması ya da ABD’nin bölgede karşılaşacağı büyük terörist bir saldırının politik olarak askeri bir harekat zorunluluğu getirecek olması her şeye gölge düşürecek, süreklilik arz eden bir ihtimaldir. Böyle operasyonlar Merkez Komutanlığın sorumluluk alanında rutin olarak bulundurulan askerlerin kapasitesini aşar vaziyettedir. Ayrıca ABD, Avrupa’da Rusya’nın saldırgan tavırlarına karşı caydırıcı bir etki olarak askeri varlığını arttırdıkça, Avrupa’daki tesisiler ve askeri duruşun Orta Doğu’daki potansiyel gereksinimleri de göz önüne almalıdır.

         Söz konusu riskler dahilinde ABD stratejisi birkaç esas stratejiye bağlı kalmalıdır. Öncelikle bölgede tek başına, iki ayrı risk oluşturan İran’a yaklaşımdır. Biri ABD’nin Orta Doğu’daki temel çıkarlarını zora sokan eylemleri caydırmaya – ve caydırma başarısız olursa askeri bir operasyon için hazırlığa- yöneliktir. Söz konusu eylemler nükleer silahların geliştirilmesi, Birleşik Kapsayıcı Eylem Planı altında sınırlara uyulduğunun gösterişinin yapılması; Hürmüz Boğazı ve Bab’ül Mendep boyunca sevkiyatın aksatılması; Körfez Arap Konseyi ülkelerinin egemenliğine saldırılması; bölgedeki ABD güçlerine yönelik saldırganlığın, İran destekli bağımsız gruplar yoluyla da, sürdürülmesini içermektedir. İran’ı caydırmak ABD’nin ve partner orduların hava ve füze savunmalarıyla diğer savunma sistemlerinin geniş yer tuttuğu bir sıra kabiliyeti içermektedir.17

                Öteki risk unsuru İran’ın iç değişimlerle ılımlılaşacağına yönelik uzun dönemli strateji tarafından belirlenmiştir.18 İran’la yapıcı ilişkinin kurulmasına yönelik en büyük umut ve iyileştirilmiş bölgesel istikrar mollaları uymak için zorlamaktan değil daha çok İran’ın sosyal baskıyla değişmesine izin vermekten geçmektedir. Ülkenin tarihi ve temelleri (eğitim seviyesi, kültürel zenginliği, ekonomik çıkarları) içeriden değişim için bir etki sağlamaktadır. ABD’nin değişimi cesaretlendirecek kısıtlı kapasitesi olsa da, bu durum kolaylıkla insanları bayrak etrafında toplamak için İran rejimi tarafından istismar edilebilir ve yavaşlatılabilir. Sonuç olarak ABD böyle gelip geçici olabilecek bir ilerleme açısından göstereceği destekte tedbirli olmalıdır.

         ABD İran’da içten bir değişim gerçekleştiremeyecek olsa da bölgesel olarak daha kabul edici bir çevrenin oluşması için işlevsel bir rol alabilir. ABD Suudi Arabistan ve İran arasındaki tansiyonu düşürmek için diplomatik girişimlerde bulunabilir. Bu düşmanca ilişki Suriye ve Yemen gibi bölgelerde kendisini göstermiş, ve söz konusu ülkelerin istikrarını daha da kötüye götürmüştür. Yakınlaşma için henüz erken olsa da iki ülke de Körfez’de istikrarın sağlanması açısından önemli güvenlik unsurları olarak bulunmaktadırlar. Benzer şekilde ABD İran’ın Birleşik Kapsayıcı Eylem Planı’na sadık kalmasını sağlamalı, en azından Orta Doğu’da nükleer silahların yaygınlaşmasını engellemelidir.

         İran’ı caydırmaya ek olarak, ordu bölgedeki karşı terörizm operasyonlarında göreve çağrılmayı beklemeye devam etmelidir. IŞİD en azından “proto-devlet” formundaki haliyle uzun ömürlü değildir; fakat bir varis oluşumuyla ABD partnerlerini istikrarsızlaştırmak için kontrol dışı bölgeleri istismar etmeye ve Amerika’ya yönelik komplolar oluşturmaya devam edeceği beklenmelidir. ABD Özel Görev Kuvvetleri söz konusu savaşta büyük bir rol üstlenmiş olmalarına rağmen, ordu genel kuvvetleri de önem kazanacaktır. Özellikle karada aşırıcı gruplarla savaşması için partner kuvvetlerin yapılandırılmasında rolleri çok önemli olacaktır.  Bölgede herhangi bir zamanda birden fazla sınırlı operasyonun eş zamanlı yürütülmesi hava gücüne ve kara eğitim takımlarına fazlasıyla bağlıdır. Bu durum danış-destekle (orj: advise and assist brigades) birliklerine, ayrıca 2 ve 3 yıldızlı idare merkezlerine, piyadelere, güvenliği sağlamak için askeri polise ve Ani Müdahale Birliklerine ve alan lojistik yapılarına yönelik somut ve kalıcı bir talep oluşturacaktır.

         Partner kapasitesi arttırmak, sıklıkla takdirden uzak ve öğütücü olmasının yanı sıra bir zorluğun daha ortaya koyulması açısından anahtar bir rol üstlenmektedir: ABD’nin müttefiklerinin güvenliğine yönelik bağlılığının devam ettiğine ikna edebilmek. Bu yatırım arkasındaki mantık sadece verilen güvencenin kendisi için değildir. Yemen’de Suudi yönetimindeki operasyonda Birleşik Arap Emirlikleri’nin Libya’ya müdahalesinde ve Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları bize Amerika’nın eylemsiz kaldığı durumlarda verdiği mesajın, bölgesel aktörlerin askerlerini sahaya sürerek Amerika’yı da sınır çatışmalarına çekecek şekilde tehdit oluşturdukları anlaşılmalıdır. Basitçe söylemek gerekirse, güvenceye yatırım yapmak sadece duygusal kırılmaları önlemek açısından değil Amerikan çıkarlarına zarar verebilecek bağımsız girişimlerin oluşmasını engellemek içindir. Orta Doğu’daki uluslara yayılmış ordu personelinin varlığı 2017 Haziranında Katar ve Arap komşularıyla arasında olan krizdeki gibi gerilimin ve çatışmanın olduğu dönemlerde de istikrar sağlayabilmektedir.

         Ordu kumandanlığı, strateji kurulması, planlanması ve görevlerin gerçekleştirilmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Bölgede önceki müdahalelerin yükünü çeken ordu, politika yapıcıların ABD askeri müdahalelerinin işlevselliğini ve sınırlılığını anlamalarına yardımcı olacak şekilde olağan dışı iyi bir konumda bulunmuştur.  Zaman zaman bu durum ordu kumandanlarını, planlanan ordu eylemlerinin neden üstlenilmemesi gerektiği konusunda açıklamalar yapmak durumunda bırakmıştır.19 Bölgede somut müdahalelerden kaçınmak çekici olmakla birlikte mümkün değildir. Dolayısıyla ABD askeriyesi bu tarz ihtimallere hazırlıklı olmalarıdır. Böyle durumlarda, bölgedeki geçmiş deneyimlerin ve  stratejik alanda olmakta olan değişimlerin, sınırlı askeri müdahaleler ve alçak gönüllü ihtiraslar için lehine olduğu iddia edilebilir.

19 Aralık 2015 Cumartesi

Bayağılık

Bugün şu linke denk geldim:

https://www.change.org/p/rt%C3%BCk-evlendirme-ve-moda-programlar%C4%B1-yay%C4%B1ndan-kald%C4%B1r%C4%B1ls%C4%B1n?recruiter=34088844&utm_source=share_petition&utm_medium=facebook&utm_campaign=autopublish&utm_term=des-lg-share_petition-no_msg&fb_ref=Default

"Evlendirme ve Moda Programları Yayından Kaldırılsın"


Nereden baksanız 10 seneden beri televizyon izlemeyen biri olarak (internet ve bilgisayar sağolsun  ilgi alanıma yönelik seçimler yapabiliyorum bir şey izlemek istediğimde) sınırlı bilgim dahilinde yeterince gereksiz bulduğum bu programların kaldırılmasına yönelik bir hareket görmek önce beni mutlu etmişti. Sonra yorumlara baktım biraz, biraz da üzerine düşündüm ve farkettim ki aslında bu hiç bir şeyi değiştirmeyecekti.

Bu programların bu kadar reyting almasının bir sebebi var, bu programların çıkış noktasını anlamadığımız sürece bir şeyleri yasaklamak ya da engellemeye çalışmak bize bir şey kazandırmayacaktır. Bu bataklık yakınında bulunan evinizin etrafına sinkov sıkmaya benziyor bir anlamda ya da kapıları sıkıca kapatıp sadece içeride yaşamaya çalışmaya. Türkiye'de bir çok problemin bu şekilde çözülmeye çalışıldığını da görebiliyorum artık.

Siyasi ve toplumsal sorunlardan aile içerisindeki bireysel ilişkilere kadar, çocukları bile böyle yetiştiren geniş bir kesim olduğunun farkındayım. Engellenince bitecekmiş gibi. Bakmayınca yok olacakmış gibi davranıyoruz çoğu zaman.

Toplumumuzda bir yozlaşma bir bayağılık durumu var ve bu eğitimliden eğitimsize neredeyse her kesimde mevcut, bir şekilde. Yaptım oldu durumu ya da daha kötüsü yaptım oldu ve kimse değiştirmesin durumu (bkz: ben yaptım, ayıya biniyom + cahillik ne güzel lan... her şeyi biliyorsun).

Konuyu çok dağıtmadan başlangıç noktasına dönecek olursam, bu programların neden izlendiğini iyice anlamamız gerekmekte özetle. İnsanların bunları neden izledikleri hakkında kendi düşüncelerimi paylaşacağım:

1- İzleyen insanların hayatlarında doyum alacakları interaktif bir sürece ihtiyaçları vardır.
Evlilik programları ya da "reality show"lar ve benzerlerinin bu kadar tutmasının temel sebebi bana göre izleyicide kendi hayatlarında oluşturamadıkları bir interaktiviteyi oluşturuyor olmaları. İzleyenler açısından o şovdakiler fazlasıyla özdeşim kurulacak durumdalar, onlar da aynı problemlere sahipler,  ve buldukları çözüm yöntemleri ya da yaşadıkları çözümsüzlükleri dinlemek izleyiciyi oraya kilitleyen önemli bir faktör.

2- Duygusal dalgalanmalar, duygunun ifade edilmesi, dışa vurulması.
Türk toplumu gördüğüm kadarıyla duygusal bireylerden oluşmasına karşın duygusal bir toplum değildir (doğu batı sentezinin bizim coğrafyamızdaki sorunudur belki bu...). Birbirimizin duygularını anlayıp buna göre davranan bir toplum değiliz çünkü; empati yapmıyoruz. Kim ağlıyorsa yalnız ağlıyor bizim toplumumuzda. Ağlarsa anam ağlar gerisi ninja kaplumbağalar* önermesini doğrulayacak raddedeyiz hatta. Bu da duyguların paylaşıldığı ya da duygusal durumların dışa vurulduğu her programın elini güçlendiriyor az biraz da konu ilgi çektiyse tamam (Tabii ki başka faktörler de mevcut ama en belirgin gördüklerimi belirtmeye çalışıyorum.). Bunun da en yalın hali bu programlar. Duygusal açlığın ve ifadenin doruk yaptığı dram kraliçelerinin (orj: drama queen) başrol aldığı duygulara yönelik ne kadar bastırılmış istek varsa hepsinin tam anlamıyla kusulduğu bir alan halini alıyor; duyduğum ve gördüğüm kadarıyla.


İşte bu sebepler ortadan kalkmadığı sürece bu programları kaldırmak bir işe yaramayacaktır. Yerine yenileri gelecektir mutlaka; duygusal açlığın doyurulacağı kaliteli programlar da yapılabilir tabii ki fakat izleyen kitleye hitap etmeyecektir. İzleyen kitle kendi günlük yaşamında sıkışmış bir kitledir o yaşamı renklendirmeden yapılacak başka bir program ilgi çekmeyecektir bana göre ya da benim herhangi bir çözüm önerim yok bu anlamda aklıma gelen.



1.Durum için: Bana göre yapılması gereken bu insanların evlerinden bir etkinlik için çıkartılmalarıdır, sosyal etkileşimi olan bir gruba dahil edilmeleridir ki bu aslında söylendiği kadar kolay bir şey değildir. Özellikle alışagelmiş bir paradigmayı yıkmak ya da hiç oluşmamış bir paradigmayı oluşturabilmek ya da hali hazırda oluşmuş olan koşullara karşı koymaktan bahsediyoruz
bu anlamda. Bu da fazlasıyla kişiye özgü çözümler sağlamayı gerektirecektir.

2.Durum için: Yapılabilecek olan birinciyle paralel olmakla birlikte bu kişilerin konuşması ve ifade edemedikleri duyguların ifade edilmesi sağlanmalıdır. Bunu bir psikolog rolüne bürünmeden de herkes yapabilir. Karşınızdaki size bir şey anlatırken onu dinlemeniz ve yargılamamanız kafidir. Bir anlamda halk arasında "sırdaş" ya da "yakın dost", "arkadaş" dediği sıfatları taşıyacak derecede dinlemeniz yeterli olacaktır. Bu roller de eğer kendi hayatınızda doyum aldığınız sağlıklı aktiviteler mevcutsa gerçekleştirmesi zor durumlar değillerdir. Böyle bir durumda en azından hem bu kişiler için hem de dinleyenler için yeni bir pencere açılacağını düşünmekteyim.

Bu iki durumun bir raddeye kadar denenmesi bile bir çok anlamda toplumda olan bayağılığı ortadan kaldırmak için bir basamak oluşturacaktır. Çünkü bilgi paylaştıkça çoğalır. Yeniliklere açılabilmek paylaşımla mümkündür. Ortak bir yaşam alanı oluşturabilmek gerekmektedir bunlar için de. Bu önerilerle ulaşılamayacak olan inatçı ve "bayağı" bir kitle de olacaktır doğal olarak, (sihirli bir formül olmadığının farkındayım) ama eminim ki bir kesim bundan etkilenecektir, buna açıktır; doğru zaman ve kişiyi bekliyordur sadece. İşe önce buradan başlamak gerek.


*Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar.


Yazı tamamiyle kişisel deneyim ve gözlemler doğrultusunda yazılmıştır kimseyi yerme ya da yüceltme amacı taşımamaktadır.

16 Aralık 2015 Çarşamba

saat olmuş dört

Uyuşamamıştım zaten
Uyuyamamıştım da
Ne sarhoş olabildim
Ne de rahatlayabildim aslında
Düşünceler var sadece
Buuruk buuruk gözlerimde

Geçmiş geliyor aklıma
Uyuşamıyorum
Uyuşamamışım da

12 Aralık 2015 Cumartesi

gömülüyorum
ona buna
ama en çok sana
bir de şu bitmeyen
şu bitmeyen
yüksek lisansa

arkada bir melodi bıraktım
en çok da kendimi
şimdi yeni bir müzik kulağımda
yollar beni çağırıyor
ama korku ve endişe
içimi kemiriyor
kemiriyorum
kendimi
kendi

bir ufak kedi

5 Aralık 2015 Cumartesi

25 yaşımın sonları...

25 yaşımın sonlarındayım,
Ağlayabiliyorum da artık gülebildiğim kadar,
Öğrendim, güçsüzlük olmadığını
En azından bazılarının yanında...
Kimi zaman içime aksa da,
Ağlamak güzel,
 Gülüşleri daha değerli kılıyor,
Çarpık gülüşleri;
İçten gülüşleri;
Sahte gülüşleri bile anlamlı kılıyor ya işte o yüzden.
Bazen küçük bazen büyük şeyler için
Ama hepsi; benim olan şeyler için
Ağlamak huzuru getirdikten sonra...
Her damla biraz huzur için,

Yavaaş yavaaş öğütüyor hayat,
Geçmişimde bıraktıklarım var artık,
Hayatımdan çıkaramadıklarım da
Bir de de göçüp gidenler
Sayfa sayfa yaşıyorum
Sayfa sayfa dökülüyoruz,
Her yerde karalamalar
Ne yazacağız bilmiyoruz.

Hayata meydan okuyorum hala
Kaç kere aşil tendonumdan vuruldum bilmiyorum
Kaç kere düştüm ve kalktım hatırlamıyorum
Her düşüşümde bu son mu duygusunu artık tanıyorum
Ve biliyorum bu daha başlangıç
Düşüp de kalkamayanlara,
Benden çok daha kötü düşenlere bakıyorum
Düşüşleri “Epik” olanlara,
Kendimi görüp gülüyorum,
Sonra diyorum ki
Olum* en önemli makaleyi nasıl atlarsın ya...

Ama biliyorum ki dahası var
Öncesi olduğu gibi
Motora yağ koymayı unutmak gibi
Telefonun elden kayması gibi
Bir arkadaşın yere itmesi gibi
Geri gelmeyen anlar
Elden tek gelen ders almak
Ve farkındalık
Ve Yaşam
Ve Ölüm

Zaten hepsi bir anlık.

13 Kasım 2012 Salı

Tarih zaten belli,
Konumun önemi yok şimdilik bilen bilir.

Sırf meraktan açtım desem yalan olmaz sanırım bu blog'u. Ne paylaşırım, nasıl paylaşırım belirgin bir fikrim yok şimdilik. Ama nasıl olsa, hani en kötü ihtimalle internette bulunan bilgi kirliliği arasında kaynayıp gider nitekim.

Açış hikayemle ilgili kısa bir yazı yazayım ama.
Akşam akşam üniversiteden bir arkadaşımın blog'unu okuyup eğlendikten kısmi anlamda da liseden bir kaç anımı yad ettikten sonra dedim şimdi denemeyecek olursam ne zaman deneyeceğim. Hazır perşembe günkü sınava hazırlanırken daha iyi kaçış noktası mı var.
Kurcaladım bakındım edindim filan derken aklıma gelen isimleri başlıkları yazdım ahanda blog'uma başladım.

Şimdi bunu yayınlayacağım ama okuyan olur mu reklam mı almak gerekiyor okunması için yavrum evladım nereye basıyoruz okunması için bunun...